Bazen bir bina kapanmaz, aslında bir dönemin belleği kapanır. Bir ülkenin belleği yalnızca kitaplarda yazmaz, duvarlara siner, taşlara işler, mekânlarda yaşar. Ve ne yazık ki, biz bu belleğe sahip çıkmak yerine, çoğu zaman sessizce yok etmeyi tercih ediyoruz
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın son kararıyla birlikte ülkenin önemli müzelerinden biri 16 Temmuz’da kapatıldı. Ne bir tören, ne bir vedalaşma… Sadece bir cümlelik kısa açıklama: “Müze 16 Temmuz’da kapatılıyor.” Ve ardından o ağır demir kapıya asılan bir kilit.
Oysa bu müze sıradan bir bina değil. Mimari yapısıyla, geçmişiyle ve içindeki koleksiyonla, bu toprakların hafızasını taşıyordu. Şimdi bakanlık, bu yapının yıkılıp yerine yenisinin yapılacağını söylüyor. Gerekçeleri “güvenlik” ve “modernlik.
Ama soruyorum: Depreme dayanıklı hale getirmek imkânsız mıydı?
Ancak konunun uzmanları bu açıklamaya itiraz ediyor. TMMOB Mimarlar Odası
Merkez Yönetim Kurulu, akademisyenler ve kültürel miras dernekleri, mevcut binanın doğru mühendislik yöntemleriyle güçlendirilip hem güvenli hale getirilebileceğini hem de tarihî kimliğinin korunabileceğini belirtiyor. Yani mesele, teknik bir zorunluluktan ziyade bir tercih meselesi… Korumayı mı seçeceğiz, yok etmeyi mi?
Müzeler sadece sergilenen objelerden ibaret değildir. Onlar aynı zamanda mekânlarıyla yaşar, duvarlarına sinen zamanla değer kazanır. O binada atılmış her adım, yapılmış her ziyaret, çizilmiş her çocuk resmi oraya bir ruh bırakmıştır. Onu yıktığınızda, sadece bir yapıyı değil; o hafızayı, o emeği ve o tarihi de yok etmiş olursunuz.
Bu kararın zamanlaması da düşündürücü. Yaz mevsimindeyiz. Turizm sezonunun tam ortası. Binlerce yerli ve yabancı turistin ilgisini çeken bir müze, neden şimdi kapatılır? Hangi planlama anlayışı bu kadar plansız olabilir? Ziyaretçiler şimdi nereye yönlendirilecek? İçerideki eserler nerede, hangi koşullarda korunacak? Kimse bilmiyor
Üstelik taşıma süreci de başlı başına bir mesele. Milyonlarca lira değerindeki tarihi eserler nereye taşınacak, ne kadar sürede, ne gibi güvenlik önlemleriyle? Taşıma ve depolama maliyeti ne olacak? Bu sorulara dair kamuoyuna yansıyan bir rapor, bir fizibilite yok.
Ancak bu süreçle ilgili ne bir açıklama yapıldı ne de eserlerin nereye, nasıl taşınacağı konusunda kamuoyu bilgilendirildi. Sessizce, bir kilit vuruldu.
Bütün bu belirsizliklerin ortasında geriye bir cümle kalıyor: “Yıkıyoruz çünkü biz böyle uygun gördük.”
Yıkmak kolay. Yapmak da kolay. Ama korumak, değer vermek, yaşatmak zor olandır. Biz zor olana sırt çevirdikçe, geçmişimiz de bizden uzaklaşıyor.
Soruyorum: Her güçsüz yapıyı yıkacak mıyız? Her sorunlu yapıya hafıza mı feda edilecek? Kültürel miras dediğimiz şey, sadece içindeki objelerden ibaret değildir. O eserleri sarmalayan mimari yapı, onları taşıyan duvarlar, koridorlar, salonlar da tarihin bir parçasıdır. Bir yapının içinde yüzyıllardır birikmiş olan anlamı, yeni bir betonarme binayla ikame etmek mümkün değildir.
Yeni bir bina yapmak, geçmişi yeniden inşa etmek demek değildir.
Müze kapandı. Kilit vuruldu. Ama bu kilit yalnızca bir kapıya değil, hafızamıza da vurulmuş oldu
Bu yazıyı yazarken gözümde canlanan tek sahne şu oldu: Müze kapısına kilit vurulurken içerideki sessiz eserler birbirine bakıyor sanki. “Yine mi unutulduk?” der gibi?
![]() ![]() |
![]() |
![]() Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |